Dijital Nesil (Z Kuşağı) nedir? – “Buruk Kalplerin Z Hikayeleri”

Sayın Aysun Tamdoğan’a, Genç Haber Dergisi yayınlanan, bu çok önemli konuda benimle yaptığı röportajı için çok teşekkür ederim.  İlginize sunuyoruz –  Ulaş Çamsarı, 24 Temmuz 2013, Waycross, Georgia, ABD      

 

 

                                         GENÇ HABER DERGİSİ                  TARİH: 02.11.2012                                    HABER NO: 1

971696_10151758549667899_807290604_n 971173_10151758545072899_934879751_n 1069182_10151758548322899_1359689072_n

 

2000 yılı sonrası doğmuş internet çağı çocukları;

“Z Kuşağı Çocukları”

2000 yılı sonrasında doğan çocuklara Z kuşağı adı veriliyor. Bir diğer deyişle de dijital nesil olarak adlandırılıyorlar. Teknolojinin tam ortasına doğan çocuklar onlar. Bize düşen de onları anlamak ve doğru yönlendirmek.

–Aysun TAMDOĞAN

Onlar bilgisayarın, cep telefonunun, internetin olmadığı bir dünyayı bilmiyorlar… Onlar Z kuşağı…

 

Sosyal network sitelerinin ve yeni iletişim teknolojilerinin müdavimi olan yeni nesil bir kuşak var. Bu kuşağa Z kuşağı denilse de aslında onlara teknoloji çocukları demek daha doğru olacaktır. Bir diğer ismi  Suskun kuşak olan bu kuşağa Suskun denmesinin nedeni ise, tepkisini sesini yükselterek, fiziksel güçle değil, iletişim araçları ile göstermesi olarak düşünülüyor.

Tarihin en önemli kuşaklarından Z kuşağını anlayabilmek için ondan önceki kuşakları kısaca özetlemekte fayda var. Baby Boomer’lar, X, Y ve Z Kuşağı, doğdukları yıllara göre ayrılan 4 grup. En yaşlıları 63, en gençleri 9 yaşında. Her birinin karakteri, beklentileri, yaşama amacı, içinde bulundukları koşullar farklı. Baby Boomer Kuşağında, en yaşlısı 63, en genci 45 yaş civarında. (1946-1964)  İkinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonraki “nüfus patlaması” yıllarında doğan bu 1 milyar bebeğe “Baby Boomers” deniyor. En yaşlısı 44, en genci 30 yaşında olan X kuşağı (1965-1979) ise dünyaya gözlerini, merdaneli çamaşır makinesi, transistorlu radyo, bantlı teyp ve pikapla açtı. Y Kuşağı (1980-1999) için ise teknoloji hayatlarında pek çok şeyin simgesi. Z kuşağı, 1991 sonrası doğan çocuklar için kullanılsa da birçok görüşe göre Z kuşağı 2000 sonrası doğanlar için geçerli.”İnternet kuşağı” da denen bu ufaklıkların en büyüğü henüz 12 yaşında. Bunlar tam teknoloji çağı çocukları.

Bu kuşağın en önemli özelliği, teknolojinin içinde gözlerini açmaları ve tüm iletişim aletlerini sanki önceden öğrenip gelmiş gibi becerikli kullanmaları. Şehir yaşamına alışkın bu çocuklar, daha eğitimli. Dışarıda top oynamayı bilmeseler de PlayStation’daki futbol oyunlarında rekorlara imza atıyorlar, büyük kulüpleri yönetip sanal ortamda başarı elde ediyorlar. Kaset, teyp nedir bilmiyorlar. Bir bahçeden erik çalmak veya taso oynamak nedir bilmiyorlar. Cd bile onlar için eski bir moda. Haberleşmek için e-posta değil sosyal medyayı tercih ediyorlar.

ABD’de Mayo Clinic’de Bağımlılık Psikiyatrisi alanında yandal uzmanlığına devam eden Dr.Ulaş Mehmet Çamsarı teknolojinin çocuklar üzerindeki etkisi ve Z kuşağı ile ilgili olarak şöyle konuştu: “İnternet kuşağı da denilen bu yeni  jenerasyon,  teknoloji bağımlısı ya da tutkunu değil, teknolojiyi doğal yaşam standardı olarak algılayan bir nesil olarak görmek gerekiyor. Bu yeni nesil, birçok şeyi değiştirecek gibi görünüyor.”

 

 Z kuşağının teknolojiyle bu kadar iç içe olması bilgiyi hızla alabilmesi birden fazla bilgi ile bağ kurabilme yeteneğini geliştirdi. Her şeye ulaşabileceklerini ve her şeyin mümkün olduğuna inanıyorlar. Onlar bunu teknoloji bağımlılığı değil yaşam standardı olarak algılayan bir nesil. Siz de bunu bir bağımlılık mı yoksa teknolojinin yaşam hali olduğunu mu söylersiniz?

Ulaş Çamsarı:Öncelikle psikiyatride bağımlılık kavramı nedir oradan başlamak gerekir. Bir davranışın bağımlılık olarak tarif edilebilmesi için, kompulsif bir doğaya sahip olması gerekir. Bir davranış sendromunun bağımlılık olarak tarif edilmesi için gerekli en önemli kriterlerden birisi de o davranışın yol açtığı istenmeyen biyolojik, psikolojik ve sosyal sonuçların ortaya çıkmasıdır. Bu bağlamda internet bağımlılığını ele alalım. İnternet kullanımın da tarif edilen sendroma uyan bir patern içine girdiği zaman, kompulsif bir doğaya dönüştüğü zaman, kişinin günlük yaşantısını, çevresindekileri de içine alarak ruh ve beden sağlığını olumsuz yönde  etkileyecek bir noktaya gelirse bağımlılık sendromları içinde değerlendirilebilecektir.  Burada dikkat edilmesi gereken nokta, internetin çağımızda çok yaygın kullanımı olduğudur. Öyle bir çağdan geçmekteyiz ki, modern toplumda günlük rutinlerin büyük kısmı internet bağlantısı olmadan yerine getirilemeyecek noktaya gelmiştir. Banka işlemlerinden, telefon faturalarına, alışveriş faaliyetlerinden, rutin iletişim araçlarına kadar her türlü platform kendini internet ortamına taşımıştır. Bu noktada bir bağımlılık kavramını ihtiyaç kavramından ayırarak tarif edebilmenin de güçlüğü ortadadır. Eğer genç bireyler teknoloji kullanmak adı altında yaşamın çok yönlülüğünü ve insan doğasının temel gereklerini ihmal edecek bir noktaya gelmişlerse ve biyo-psiko-sosyal bir canlı olan insanın ruh ve beden sağlığını tehdit etmesine izin veriyorlarsa o durumda bu psikiyatrik açıdan da önemli bir hale gelecektir.

 

Y kuşağından yani kendi ailelerinden hatta kendi kuşaklarından öğrenebilecekleri bir şey olduğunu düşünmüyorlar. Ailelerin kendilerinde farklı olan bu kuşağa karşı tutumu nasıl olmalıdır? ·Önceki kuşaklarla anlaşmaları mümkün mü? Kuşak çatışması olacak mı?

 

Ulaş Çamsarı: Hızlı teknolojik değişim kuşaklar arası çelişkileri kaçınılmaz olarak artırdı. Örneğin 1990’lı yıllarda masaüstü bilgisayarlar daha yeni evlere girmeye başlamıştı.  İnsanlar IRC sohbet kavramı ile ve hemen ardından ICQ ile tanıştılar. 2000’li yılların başlangıcında dizüstü bilgisayarlar evlere girdi.Tam bu sırada cep bilgisayarları (Ipaq, Palm) ortaya çıktı. Iphone ve Android sistemlerin atasıdır. 2004 yılında o zamanlar pek bilinmeyen kablosuz internet özelliği olan bir cep bilgisayarı ile İzmir’de bir Wi-Fi noktası tespit etmiştim. Telefonla arayıp kim olduklarını sordum. Bizi nasıl buldunuz diye şaşkınlıkla yanıt verdiler. Meğer İzmir’deki ilk bağlantısız internet firmalarından biri deneme yayını yapıyormuş ! 2005 yılında şehirlerarası bir otobüste cep bilgisayarım ile cep telefonu kullanarak (gprs)  bir sohbet odasına bağlandığımda, “şu an otobüsteyim” dediğim zaman beni alaya almışlardı. Aradan çok değil sadece bir kaç yıl geçti. Bugün bağlantısız internet dahi can çekişiyor, cep telefonlarına giren internet teknolojisi pek yakında “google gözlüğü” ile devam edecek gibi görünüyor. Bu hıza ayak uydurmak Z kuşağını bile zorlarken, Y kuşağı ile yaşadığı çatışma kaçınılmaz görünüyor. Bir noktayı mutlaka vurgulamak isterim. İnsanoğlu teknoloji üretiyor, çağlar değişiyor.  Ancak içerik aynı hızda değişmiyor. Kalite ve değerler aynı kalıyor. Beethoven 1800’lü yıllarda  sadece kalem, kağıt ve silgi kullanarak neler  yaratmış, elleri ile yazmış, silerek, düzelterek, saatlerini vererek. Bugün bu teknoloji ile bilgisayarlara onun yazdıklarını bir saniyede yükleyebilirsiniz ama onun yazdıklarını yazmak için yine aynı dehanın aynı alın terini dökmesi gerekir. Bugün bir blog sitesi açıp yazar olmak için 10 dakikaya ihtiyacınız var ama Dostoyevski’nin Budala’sı halen anıt gibi duruyor. Bugün de aynı değerleri üretmek için yine aynı emeği ortaya koymak gerekiyor. İçeriği teknoloji ile “satın alarak”  kestirme yollar bulmanın mümkün olmadığına inanıyorum. İçerik hep içeriktir, sonsuza dek öyle kalacaktır, teknoloji içerik üreticisinin hep hizmetinde olmuştur, sonsuza dek de öyle kalacaktır.  İnternet kuşağının  ve facebook kullanıcılarının da içerik üreten değer üreticilerinin eserlerini, düşüncelerini paylaşırken, facebook’un da, google’ın da ve daha nice benzerlerinin de düşünen, üreten, yaratan eğitimli beyinlere muhtaç olduğunun farkında olması, içerik üreticilerinin, teknolojiden bağımsız olarak her zaman hayatın ve dünyanın gerçek sahipleri olduğunu iyi anlamaları gerekiyor.  Teknoloji, üreten beyinlerin kölesi, tüketen beyinlerin hükümdarıdır.

 

“Eski neslin bilmediklerini biliyorlar”

Geleneksel eğitim yöntemleri bu kuşağa pek uygun görünmüyor. Türkiye koşullarında eğitim onları ne yönde etkiler? Neler yapılabilir?

 

Ulaş Çamsarı: Eğitim yöntemlerinin değişmesi çağın gereklerinden gibi görünüyor. Benim bir psikiyatrist olarak eğitim araçlarının teknolojik niteliğinden ötürü bir kaygım yok, eğitim içeriğinin ne olduğu ile ilgili bir kaygım var. Eğitim içeriğinin gelişen teknolojinin göz alıcılığı ile yozlaştırıldığına inanıyorum. Bugün Picasso’nun kim olduğunu ilk defa tıp fakültesi 4. sınıfta duyanlar var.  Bu nesiller mesajlarının altında “sent from my Iphone” yazan nesiller, parmaklarının ucunda 24 saat wikipedia olan nesiller…  Neler yapılabilir? Sanırım bu çılgınlık kendi hayat siklusunu tamamlayacaktır. İnsanlar, teknolojik gelişmeler ile kendilerinden geçmeye ve hayatın geçer akçelerini ıskalamaya devam edecekler gibi geliyor, ta ki ambalajlı bir cehalet teslim alana ve bunun ağır sonuçları görülene dek.  İletişim olanaklarının eğitime başka katkıları da var tabii, Eski neslin bilmediklerini biliyorlar, dünya nesilleri hiç olmadığı kadar birbirine bağlı…Bunların olumlu taraflarını da görmek gerek.

 

Teknolojiyle bu kadar iç içe olan bir kuşağın hayattan, iş yaşantısından beklentileri neler olabilir? Z kuşağının bireyselliğe bu kadar önem vermesi yeniliğe açık olmayan şirketlerin de değişmesi gerektiğinin de bir işareti olabilir mi?

 

Ulaş Çamsarı: Günümüzde iş yaşantısı tamamen bilgisayar ve teknoloji kontrolünde. Ben hekimim ve kendi mesleğimden örnek vereyim. Bugün Amerika Birleşik Devletleri’nde klavye ve bilgisayar kullanamayan bir doktorun hasta görmesi bile neredeyse imkansız bir halde. Hastanelerde sofistike bilgisayar sistemleri yardımıyla hastaların dosyaları tutuluyor, o sistemler kullanılarak hasta takibi ve tedavisi yapılıyor. Bu koşullara uymakta en fazla zorlanan kuşak eski kuşak hekimler. Bazıları bu değişime ayak uyduramıyor ve emekli oluyorlar. İnternet kuşağı için çok değil, 10 yıl önceki koşulları dahi anlamak olanaksız. Onlar son 10 yılda gerçekleşen akıl almaz değişiklikleri ezelden beri böyle olduğunu düşünüyorlar, en ilginç durumlardan biri de bu !

 

Bu kuşak daha eğitimli, bireysel ve bağımsız, özgüvenleri sayesinde daha rahat ve açık iletişim kurabiliyorlar. Kendi istek ve hedeflerinin farkındalar. Siz nasıl tarif edersiniz bu kuşağı? Nasıl bir gelecek bekliyor bizi? Sizin gözlemlerinizi alabilir miyim?

Ulaş Çamsarı: Benim bazı kaygılarım var, özellikle bahsettiğiniz özgüven ile ilgili. Daha önce de belirttiğim gibi dünyada üretilenler  ve  tüketilenler var. Bu basit ayrımı dünya varolduğundan beri her çağ için düşünmek mümkün. Üreten hep değerli, üreten hep aynı zamanda yöneten, üreten hep aynı zamanda dünyaya sahip olan, onu şekillendiren ve yönlendiren…Bu kural hiç değişmedi ve değişeceğine inanmıyorum. Bu bağlamda internet ve teknoloji kuşağı içinde kendilerine önceki kuşaklardan daha fazla güvenenler var ise bu bir paylaşılmış sanrı olabilir. Çünkü;  insanlar ve oluşturdukları toplumlar hep benzer prensip değerlerle var oldular ve bu değerlerin son 10 yılda değişmiş olduğunu zannetmek  büyük bir yanılgı olacağı düşüncesindeyim.  İnternet kuşağı, iletişim devriminin nimetlerinden faydalanan kuşaktır aslında ve eski kuşakların sahip olmadıkları bazı olanaklara sahiptirler ancak bu olanakları kullanırken hayatı ve insanlık tarihinin ortak hazinesi olan değerleri iyi değerlendirmelidirler. Beni düşündüren tüketimi körükleyen, ve bazı zor değerleri kolaymış gibi gösteren teknolojik gelişmelerin göz alıcılığıdır, internet (z)  kuşağı bu farkındalığa yeterince sahip değil gibi geliyor bazen.

 

Buruk kalplerin “Z hikayelerine” tanık oldu bu dünya…

Sadece sosyal medya da etkin olan bu kuşak, fiziksel anlamda etkin değil. Bir nevi de yalnız. Sosyal medya ve iletişim teknolojilerinin dışında yalnız olan bu kuşağın ruh halini yaşam şeklini siz nasıl tasvir edersiniz?

 

Ulaş Çamsarı: 1990’lı yılların sonuna doğru ICQ ve IRC çılgınlığı vardı. İnsan beyni için bir dönüm noktasıdır. İnsan beyni ilk kez bu sohbet programları ve odaları aracılığıyla, görmediği ile konuşmaya, duymadığından hoşlanmaya, hayatında hiç yüzünü görmediklerine aşık olmaya başladı. Bu ilginç sürecin başlangıcı dünya tarihinde bir ilktir belki de. İnsanlar sohbet programları ile kurulan iletişim’ de ilginç deneyimler yaşadılar. Birbirini 1 yıldır tanıyan ama henüz görmemiş aşıklara, birbirine aşık olmuş ve hiç görüşememiş buruk kalplerin “Z hikayelerine” tanık oldu bu dünya, 2000’li yıllara daha girmeden. Hemen ardından geldi internet kameraları (Web Cam). Az değildir, bilgisayar başında ilişkiler yürüten ve hiç görüşmeden ayrılanlar. Bilgisayarlar hayatımızı işgal etti, ödünç aldılar birkaç asırlık kültürel ve sosyal  gelenekleri… Ancak insan beyni nice bin yıllık bir evrimin ürünü olan bir biyolojik sistemdir, 20 yıllık teknolojinin insan beyni ve iletişimin biyopsikososyal ilkelerini değiştirebileceğine inanmak gerçekçi olmaz. Termodinamik yasası entropi her şeyi “düzelttiği “gibi bugün insanların yaşadığı “facebook” sendromunu zamanı geldiğinde normalleştirecektir. İnsan sosyal bir varlıktır, bilgisayar başındaki gerçeğe dönüşmeden yaşandığı sanılan “sosyal” faaliyetler bir algısal yanılmadır düşüncesindeyim. Güzel bir arkadaş sohbetinin, sevdiğinizle yediğiniz romantik bir akşam yemeğinin yarattığı deşarjı ve mutluluğa herhangi bir teknolojik platformun alternatif olacağını zannetmiyorum.

Amerika’da yapılan bir araştırmada 6-12 yaşlarındaki çocukların yüzde 31’i yılbaşı hediyesi olarak iPad istediği, 12 yaşındaki kızların yüzde 20’si ise online alışveriş sitelerinde gezdiği saptanmış. bu gençleri Amerika’da yaşayan biri olarak Amerika’daki ve Türkiye’deki gençleri kıyaslamak gerekirse neler söyleyebilirsiniz? Gözlemlerinizi aktarabilir misiniz? Mutlaka, Türkiye’ye geldiğinizde farklılıklar gözünüze çarpıyordur…

 

Ulaş Çamsarı: İnternet önce evlere girdi. İlk girdiğinde ona ulaşmak o kadar kolay değildi. Telefon ile bir numara çevrilir, sonra bir şifre ile bağlanılırdı. Sonra internet sürekli hale geldi. Artık telefonla bağlanmaya gerek yoktu, sürekli bağlı kalma kavramı ortaya çıktı. Hemen ardından internet sokaklara kablosuz internet noktaları (wi-fi)  ile kapımıza kadar geldi. Çok geçmedi, bir anda ceplerimize kadar girdi. Bütün bunlar yaklaşık son 20 yılda gerçekleşti. Şu anda doğan çocukların beşiklerinde bile kablosuz internet bağlantısı var. Böyle bir neslin cepte taşınabilen internetin sunduğu olanaklara heves etmesi çok normal. Tabii kaybedilenler var kazanılanlar var… Dünya fizikteki bileşik kaplar ilkesini yaşıyor,  ülkeler toplumlar arası farklar azalıyor, gelişmeler senkron bir şekilde ilerliyor.  Türkiye’de ve Amerika’da toplumun kullandığı teknolojik olanaklar arasında çok fark olduğunu düşünmüyorum. Teknolojiyi kimin kullandığından çok, teknolojiyi kimin nasıl kullandığının toplumlarının kaderini belirleyeceğine inanıyorum. Çocuklarımıza iPad alalım, Android telefonlar alalım, Google Gözlükleri alalım, ama onlara bu olanakları sadece tüketmek için değil üretmek için de kullanmaları gerektiğini de öğretelim, evrensel değerlerin teknoloji ile değişmediğini, sadece biçim değiştirdiğini onlara sürekli hatırlatalım.

 

 

Leave a Comment

Your email address will not be published.

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

3 Trackbacks